Ulak

Kültür Yaşam

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde..
Biz, Dede Korkut’un hikâyeler yazdığı, bunların zaman akıp gittikçe masallaştığı, dilden dile dolaştığı, uyumadan önce büyüklerimizden masallar dinleyen, rüyalarımızda bu masalların kahramanlarına dönüşen bir milletin çocuklarıyız. Binbir gece masallarının büyüsüne kapılmış, Adile Teyze’nin şirin sesinden yine masallar dinlemiş ve izlemişizdir. Kısacası biz masalları seven bir milletiz. Hal böyle olunca masalsı filmler veya böyle bir hikâyeyi barındıranlar her zaman ilgimizi çekmiştir.

Çağan Irmak genç nesil yönetmenlerimizden. Birçoğumuz onu Asmalı Konak dizisinden biliriz, tanımasak da. İsmi hep dolaşmıştır satır aralarında. Daha sonra yazıp yönettiği Mustafa Hakkında Herşey filmi ile umut vadettiğini herkese göstermişti. Farklı bir çizgisi vardı. Ancak su götürmez bir gerçektir ki Türkiye çoğunlukla kendisini Babam ve Oğlum filmi ile tanıdı. Yediden yetmişe herkesin beğendiği, etkisinden uzun süre kurtulamadığı, izleyenlerin çoğunu göz yaşlarına boğan, bizim içimizden bir hikâyeydi bu film. Eski Yeşilçam filmlerini unuttuğumuz günlerde bıçak gibi kesti sinema sektörünü ve öyle sade, basit, tanıdık bir hikâye , öyle güzel örülmüş, kendisi için öyle güzel bir oyuncu kadrosu seçilmiş, öyle güzel müzikler kullanılmıştı ki herkesin beğenisini kazanmıştı. Elbette bu sıraladıklarım haricinde Çağan Irmak filmi o kadar güzel yönetmiş, öyle can alıcı sahnelere imza atmıştı ki, bu sahneler filmi farklı kılan niteliklerin başında gelmişti. Herkesin belleğine hem bu filmi hem de kendi ismini uzun süre silinmeyecek bir şekilde kazımıştı. Bu büyük bir avantaj olsa da diğer taraftan bakıldığında bir dezavantajdır. Zira seyircinin beklentisi bir sonraki filmde hep bu düzeyde olacak, bu yeni filmi her zaman Babam ve Oğlum filmiyle kıyaslayacaktır. Kaldı ki öyle de oldu. Çağan Irmakın yeni filmi olan Ulakın yorumlarına bakacak olursanız birçok izleyici bu hataya düşmüş durumda.

# Film hakkında bilgiler mevcuttur #

Yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi bu filmin en büyük şanssızlığı kendisinin selefi olan Babam ve Oğlum ile karşılaştırılması. Hatta işin özü Babam ve Oğlum’un kendisine selef olarak gösterilmesi. Nasıl ki bazı roller oyuncuların üstüne yapışır ve bir daha seyirci başka bir rolde o oyuncuyu asla beğenmezse, yönetmenler için de bu bir nebze de olsa doğru sayılabilir. Hep bir önceki filmleriyle kıyaslanır ve eleştirilirler. “Babam ve Oğlum’da şöyle şöyle idi, bu filmde böyle böyle” tarzında yorumları sıkça göreceksiniz biraz yorum okursanız.

Ben salona girerken biraz daha bilinçli olarak izleme kararı almıştım filmi. Eğer böyle olmazsa zaten film kafadan bir eksi alıyor zira ben bir daha kolay kolay Babam ve Oğlum sadeliğinde bir filmin o kadar etki oluşturacağını düşünmüyorum. Zaten başarı da buradan kaynaklanmaktaydı. Birçok izleyici bunun farkında değildir aslında. Zihin bir berraklık içerisinde yüzerken o kadar etkileyici sahneler şok etkisi oluşturur. Öteki türlü karmaşık bir hikâye arasında o etki o kadar büyük olmayacaktır. Babam ve Oğlumda başarıyı getiren durum bence budur.

Çağan Irmak Ulak’ta farklı bir yöntem denemiş. Hikâye kendisine ait olduğu için fikirleri kendisiyle örtüştürmemiz sanırım yanlış olmayacaktır. Denediği şey aslında Türkiye’de pek örneğini görmediğimiz bir tür. Geçmişe doğru bakacak olursak bu tarzda bir fantastik öykü barındıran film göremiyoruz gibi, hani hatırlayan varsa beni affetsin. O nedenle böyle bir deneme, bir ilk gibi düşünülerek değerlendirilmeli ve buna göre notu verilmelidir. Filmin etkileyici kısmı aslında hikâyenin kendisidir. Elinizde sağlam bir hikâye varsa ortaya güzel bir senaryo çıkabilir, güzel yönetilirse de ortaya iyi bir film çıkar. Yazının başında da aktarmaya çalıştığım gibi biz masalları seven bir milletiz. Fantastik ögelerin mevcut olduğu bir hikâye bize her şekilde masalsı gelecek ve merakımızı celbedecektir. Bu nedenle Ulak henüz gösterime girmeden önce çok ses getirdi. Sebebi ise meraktı. Böyle bir masalsı hikâyede oluşturulup kullanılacak ortamın önemi büyüktür. Aksi takdirde istenilen atmosfer sağlanamaz ve beklenen etki ortaya çıkamaz. Şahsım adına konuşmam gerekirse Ulak gerekli ortamı sağlamış. Mekânın neresi olduğu belirtilmeden izleyicinin kafasında dünya üzerinde belirli olmayan bir yer hayali oluşturulmuş. Tam olarak “hah hikâye şuarada geçiyor” diyemiyor insan. Yüksek bütçeli Hollywood filmlerinin imkânı bizde bulunmadığı için öyle ahım şahım “orta dünya” atmosferi oluşturmak kolay değil, bu nedenle filmde haliyle hikâyeyle de örtüşen bir köy kurgusu yapılmış. Eğreti durmuyor, dediğim gibi hikâyeyle bütünlük sağlıyor. Bu filmin ilk artısı denilebilir.

Hikâyeye bakacak olursak şöyle özetlemem mümkün: Her devirde, her yerde bir şekilde kötülük mevcuttur. Bu kötülükleri gerçekleştirenler olduğu gibi, suskun kalarak ortak olanlar da vardır. Bu belki bir mecburiyettir, belki de bir tercih. Bazen insan müdahil olamaz ancak ortaya tepkisini koyar, onu da yapamadığı zamanlarda içten içe kahrolur. Eğer bu son şıkkı da yapmıyorsa artık o kötülüğün bir parçası, ve asıl işi yapanların ortağı olmuş durumdadır. Çaresizler içinse her zaman bir umut ışığı vardır. Gün gelecek bir kurtarıcı peydah olacak, zalimlere gününü gösterecektir. Bu bekleyiş bazen kısa sürdüğü gibi bazen de çok uzayabilir. Bunu belirleyen ise insanın ta kendisidir, gelecek olan kurtarıcı değil. Çünkü insan denen varlığın kendi oluşumunu tamamlayıp, insanlığın gereğini yerine getirmesi başkasına değil, kendisine bağlıdır. O hep bir kurtarıcı, hep bir Ulak bekleyecektir ancak çok azı kısa sürede farkına varır ki, her insan kendi içinde bir Ulak bulundurmaktadır. Belki de ortaya çıkması için bunu dillendiren birisi, bir anlatıcı, seyyah gerekir. Daha sonra Ulak herkes için ayrı ayrı gelecektir.

Çağan Irmak filmi yazıp yönetirken hep vermesi gereken mesajı düşünmüş sanırım. Filmi detaylarıyla analiz etmeye kalktığınızda hep bir yerlerde saklı mesajsal ögeler görmektesiniz. Bu nedenlerden ötürü izleyip de çıkayım türünden bir film değil bu. Yer yer göndermelerin yapıldığı, insanı düşünmeye sevk eden, enfüsi murakabe gerektiren bir eser. Bu nedenlerden ötürü filmde tema olarak insan unsurunun yanı sıra, onu ezelden beri ilgilendirmiş olan, din, vicdan, suç, korku, cesaret, çaresizlik, intikam gibi birçok unsur kullanılmış. Özellkle din ve vicdan olguları üzerine düşünsel bazda birçok fikir ortaya koyulmaya çalışılmış. Zaman ve mekân belli olmadığı için bizim bildiklerimizi göz önünde bulundurarak “işte bundan bahsediyor” demek çok doğru değil. Zaten Irmak’da buna dikkat etmeye çalışarak biraz genelleme yapmış.

Böyle mesajlar barındıran bir filmde yönetmen açısından olabilecek en güzel şey sanırım izleyicinin kendisini hikâye ile bütünleştirip, belki kahramanları, belki olayları içinde yaşatarak filme yaklaşması ve tümüyle anlamış bir şekilde salondan ayrılmasıdır. Ulak’ta da bu buram buram hissedilmekte. Her mizansen ve diyalogda “lütfen siz de kendinizi bunun bir parçası gibi hissedin” alt mesajı görülüyor. Az kendinizi filme kaptırırsanız ortaya belli bir başarı da çıkıyor. Kendi hayat görüşünüz, yaşadıklarınız, etrafınızdaki kahramanlar, iyiler, kötüler, yaptığınız hatalar, size yapılanlar gibi unsurlar canlanıyor gözünüzde. Kısacası ufak ufak filmin bir parçası oluyorsunuz. Ancak, bu dediğim gibi her mizansen ve diyaloğun ardında verilmeye çalışıldığı için bazen biraz itici gelebiliyor. Daha derin olması düşünülebilirdi ancak bilmem ki biz buna hazır mıyız? Kısacası anlaşılamama kaygısı mevcut.

Şu ana kadar tarafsız sözler etmiş gibi görünmeme rağmen aslında yazdıklarım filmi beğendiğim noktalardı. Elbette filmlerin çoğunda beğenilmeyen noktalar olacaktır. Biraz da onlardan bahsedelim.

Eğer çok acımasız bir eleştiri olmayacaksa şunu söylemek gerekir. Film ve içerdiği/vermeye çalıştığı mesaj bağlantısı biraz tekdüze ve yavan kaçmış. Ancak daha önce de belirttiğim gibi bu amacına ulaşamaması için bir neden değil. Başarmak istediğini yapmış, eğer önemli olan nokta buysa diyecek bir şey yok. Belki biraz daha derin şekilde film kurgulansaydı bu sefer de filmden sıkılan, bir şey anlamadığını ifade eden seyirciler ortaya çıkacaktı. Bunun kaygısı güdüldüğünden dolayıdır ki filmin anlatmak istediği mesaj çok açık seçik bir şekilde ortaya koyulmuş. Sinema eleştiri üstatları bilmem bu konu hakkında ne düşünürler.

Yukarıdaki eleştiri filmlerde olabilecek, ara ara gördüğümüz türden bir şeydir. Kısacası benim için pek eğreti durmaz. Evet olsa güzel olurmuş, ancak olmamış, can sağlığı olsun derim. Ancak filmde beğenmediğim, bana öylesine eğreti duran bir unsur vardı ki, yazmadan edemezdim: Küfür. İmdi, bazı filmlerde küfrü anlarım. Ha sevmem severim orası ayrı ancak anlarım, çok eğreti gelmez gözüme. Örnek vermek gerekirse yönetmenin kendi filmlerinden biri olan Mustafa Hakkında Herşey’i verebiliriz. Ya da bir başka Türk filmi olan Barda, veya komedi unsurları katılmış diğer bazı filmler. Dediğim gibi seveni vardır küfrün sevmeyeni vardır ancak filmi düşündüğünde anlar ve itiraz etmez. Ulak’ı izlerken duyduğum ilk küfürde azıcık irkildim, dozajı çok yüksek değildi ancak yine de şaşırmıştım. Ancak ilerleyen karelerde karşıma çıkanları filmle beraber hazmetmem pek mümkün olmadı. Böyle bir hikâyede, oluşturulmuş öyle bir atmosferde ne yazık ki bizim içimizden olan o tarz küfürler (bence) o kadar eğreti o kadar yapmacık durmuş ki, her küfür telaffuzunda kulaklarım tırmalandı. İnsan atmosferdeki kötülüğü ifade etmek için illa küfür kullanmalı mıdır? Eğer bu filmde küfür kullanılmasının dayanak noktası bu ise, söylemem gerekir ki çok ama çok yanlış bir yöntem seçilmiş. O atmosferi sağlamanın bin türlü yolu vardır. Kaldı ki o küfürleri filmden çıkartsanız, yerine hiçbir şey eklemesiniz bile o kötülüğün hissedildiği atmosfer kendiliğinden oluşmuş durumda. Gereksiz eklemeler olmuş.

Eleştirilebilecek üçüncü nokta -sanırım yine gişe kaygısından ötürü olsa gerek- filme eklenmiş olan aşırı dramatize sahneler. Hadi çok fazla yok diyelim ancak olan kısmında da insan -oyunculuğa rağmen- yapmacıklık hissediyor. İzleyenler hangi sahne olduğunu anlamışlardır sanırım, izleyecekler de anlayacaklardır. Gereksiz bir izahat sahnesi olmakla beraber biraz yapmacık durmakta.

Son olarak oyunculuklardan bahsedilmesi gerekiyorsa Çetin Tekindor ve Yetkin Dikinciler filmi sırtlamış haliyle. Diğer oyunculara da hakkını vermekle beraber bu ikiliyi zevkle izledim diyebilirim. Hani çocukların hikâyenin temelinde olmasından ötürü ortaya şöyle daha etkili bir küçük oyuncu da koyulsaymış karakterler arasında biraz daha etkili olurmuş sanırım. Bunun için biraz çaba harcanmış gibi ama yetersiz gibi duruyor. Aynen Babam ve Oğlum’da olduğu gibi filmin müziklerini yine çok beğendim. Çağan Irmak bu unsuru hiç es geçmiyor.

Yazıyı bağlamamız gerekirse ortada farklı türde bir hikâye, farklı tarzda bir yönetmenlik denemesi var. Yorum yaparken buna biraz daha dikkat etmek lazım sanırım. Beni arayıp soranlara “tamam çok süper bir yapım değil, beklentilerin çok yüksek olmasın ancak git izle pişman olmazsın” diyorum. Sanırım bu tek cümle yeterli olacaktır.

comments powered by Disqus